Friday, August 19, 2011

Başörtülü kadınlar ne zaman Meclis’te olacak?

By Richard Peres, translated by Esra Elmas, published in Star's  Acik Gorus on April 18, 2011


Merve Kavakçı’ya ‘haddinin bildirildiği’ o meşum olaydan bu yana Türkiye’deki başörtüsü sorununu yakından takip eden gazeteci yazar Richard Peres, nüfusun büyük çoğunluğunun temsil hakkı engellenirken, Türkiye asla gerçek bir demokrasi olamaz diyor.

Gazeteci - Yazar

Başörtülü kadınlar Türkiye’de nüfusun 18 milyonunu oluşturmalarına rağmen ülkenin önde gelen partilerince yine siyaset alanının dışında bırakıldılar. İktidar partisini destekleyenler için bu durum, AK Parti’nin kendini her fırsatta demokrasinin savunucusu olarak tanımlaması da akılda tutulduğunda, tam bir hayal kırıklığı. Seçmen tercihlerine ilişkin anket sonuçları ve taşrada hâkim olan kamuoyu eğilimi ortadayken nasıl olur da AK Parti başörtülü bir milletvekili adayı göstermez?

Bu soruya cevap niteliği taşıyan açıklamalardan birini kısa süre önce başbakan yardımcısı Bülent Arınç Associated Press’e yaptı. Arınç açıklamasında, ‘Ben prensip olarak parlamentoda başörtülü milletvekili olmasından yanayım, ama bunun zamanının gelip gelmediğinden emin değilim’ diyordu. Partinin önde gelen milletvekillerinden bir kısmı ise meclise başörtülü kadınların girebilmesi için yeni bir anayasanın gerekliliğini vurgularken diğer bir kısmı 1999’da Merve Kavakçı’nın meclise girmesiyle yaşanan “acı tecrübe”nin tekrarından kaçındıklarını söylüyorlar.

Geçmişin izleri nasıl silinecek?

Bugün AK Parti’nin çeşitli açılardan problemli bir pozisyonu var. Birincisi, son birkaç yıldır yapılan anketler Türkiye’de nüfusun çoğunluğunun başörtülü kadınların serbestçe milletvekili olabilmesi yönünde olumlu bir tutuma sahip olduğunu gösteriyor. Yanı sıra geçen yaz yapılan referandum sonuçları da reformların büyük ölçüde desteklendiğini ortaya koyuyor. Laik blok her ne kadar bu taleplere muhalefet etmiş olsa da azınlıkta kaldı. İkincisi, tam olarak hiç kimse mevcut anayasanın hangi maddesinin başörtülü kadınların meclise girmesine engel teşkil ettiği sorusuna yanıt veremiyor. Çünkü esasen anayasada böyle bir engel yok. Mesele laikliğin nasıl tanımlandığı noktasına dayandırılabilir fakat bu ibarenin gelecekte yapılacak herhangi bir yeni anayasadan çıkarılması çok da ihtimal dâhilinde değil. Bu aslında sıkça çarpıtılan “Merve Kavakçı kazası”nı yeniden hatırlamayı gerekli kılan ve işin aslının ne olduğuna da dikkat çeken bir çelişki. Kavakçı’nın meclisten tasfiyesinin aslında anayasa ile bir ilgisi yoktu. Kavakçı’nın başörtüsüyle meclise girmesi yasalara ya da kurallara dayanılarak püskürtülmedi ya da meclis onu anayasaya dayanarak ihraç etmedi. Kavakçı aslında yasal olarak milletvekilliği koltuğunu kaybetmesine sebebiyet vermeyecek olmasına rağmen çifte vatandaşlığı bahane edilerek kovuşturuldu. Nitekim eski başbakanlardan Tansu Çiller’in de çifte vatandaşlığı vardı. Zaten tüm bu sebepler nedeniyle Kavakçı, 2005’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine açtığı davayı kazandı ve Parlamentolar Arası Birlik’ten de destek aldı.

Bugün AK Parti’nin başörtülü milletvekili adayı göstermedeki isteksizliği ya Anayasa Mahkemesi’nin parti hakkında yeni bir kapatma davası açması ya da ordu karşısında duyduğu korkudan kaynaklı gibi gözüküyor.

Bu da AK Parti’nin içinden çıktığı Refah Partisi’nin ve Fazilet Partisi’nin akıbeti hatırlandığında anlaşılabilir bir korku. Büyük ihtimalle AK Partililerin hafızaları 28 Şubat sürecinde maruz kaldıkları hükümet, ordu, yargı ve ana akım medya kaynaklı, parti kapatma ve mahkûmiyetlerle sonuçlanan baskılara dair hala dipdiri. Bugüne kadar belli sınırları geçmeyerek iktidarda kaldılar ve öyle görünüyor ki başörtüsü meselesi yüzünden şu an durumlarını riske atmak istemiyorlar.

Başörtülü kadınlar Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına seçildiği 1994 yerel seçimlerinde önemli bir rol oynadılar. Yine 1995’te Manisa milletvekili Bülent Arınç da dahil olmak üzere pek çok Refah Partili adayın meclise girmesinde ve nihayet 1996’da Erbakan hükümetinin yükselişinde de başörtülü kadınların hayati bir rolü var.

Siyasetin kadınlara borcu

Yakın bir zamanda Merve Kavakçı üstüne hazırlığım kitabımla ilgili olarak Sibel Eraslan ile bir röportaj yaptım. Eraslan, 1990’larda Refah Partisi İstanbul Kadın Kolları başkanıydı ve Kavakçı’nın seçim kampanyasına da destek verdi. 1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul belediyelerinin kazanılmasıyla sonuçlanan süreçte, kadın oylarının seferber edilmesi noktasında kilit bir rol oynadı. Eraslan’ın 18 bin kadın çalışanı bir ay içinde 200.000 kadın seçmen ile buluşmuştu. 1994’ün Mart ayında kazanılan zaferden sonra Eraslan, Refah Partisi’nin yeni kurulan yönetiminde yer bulamadı ve ondan evine geri dönmesi beklendi. Sibel Eraslan ve o dönem parti için çalışan pek çok başörtülü kadın, partinin başarısında hatırı sayılır bir katkıya sahip olmalarına rağmen ataerkil bir düşünce yapısının da sonucu olarak, partinin erkeklerine kıyasla eşitsiz bir muamele gördüler.

1999’a gelindiğinde Refah’ın halefi Fazilet Partisi için çalışan başörtülü kadınlar artık milletvekili adaylığından mahrum bırakılmak istemiyorlardı. Hele de Nazlı Ilıcak ve Oya Akgönenç gibi laik yaşam tarzına sahip kadınların parti yönetiminde yer almasının ve adaylıklarının söz konusu olmasının ardından, başörtülü kadınların dışarıda bırakılmama talepleri daha da arttı. Parti yönetimi bu taleplere olumlu karşılık verdi ve 1999 seçimleri için Fazilet Partisi listesine, o dönem partinin kadın kolları başkanlığının uluslararası ilişkilerini yürüten 30 yaşındaki Merve Kavakçı dahil olmak üzere birkaç başörtülü aday kondu. Necmettin Erbakan, başörtülü adayların partiyi tehlikeye sokacağını düşünen ve şu anda AK Parti hükümetinde de yer alan bazı isimlerin aksine Kavakçı’nın adaylığını destekledi. Fakat haklı çıkan kötümseler oldu ve Fazilet partisi kapatıldı.

Öte yandan üstünde durulması gereken nokta şu ki, bugün başörtülü kadınların hafızları da en az AK Parti yöneticilerininki kadar kötü anılarla dolu. Aradaki fark AK Parti’nin iktidarda, başörtülü kadınların ise siyasal alanın dışında olması. Ek olarak, geçen yaz YÖK’ün başörtülü öğrencilerin üniversitelere girebilmeleri yönündeki çabalarını saymaksak, bu kadınlar öğretmen, avukat, kamu görevlisi olmaktan ve herhangi bir meslekte profesyonelleşme hakkından men edilmiş durumdalar. Son araştırmalar çalışan başörtülü kadınların ise hem dindar hem de laik işverenler tarafından ayrımcılığa uğradığını gösteriyor.

Çözümü ertelemek doğru mu?

Bugün AK Parti’nin başörtüsü sorununu çözmesini beklemek gerçekçi bir seçenek gibi görünmüyor. Türkiye 1999’la yüzleşmek istemeyebilir fakat gerçekten demokratik bir ülke olabilmenin yolu geçmişle yüzleşmekten ve onun üstesinden gelmekten geçiyor. Abdurrahman Dilipak, Merve Kavakçı olayının AK Parti’nin üstünde demoklesin kılıcı gibi durduğunu söylüyor ve şu an için bu söylediğinde oldukça haklı.

Atılacak olumlu bir adım Siyasal Partiler Yasası’nın diğer pek çok ülkedeki gibi önseçimlere dayanan, parti üyelerinin karar almalarına ve toplumun bütün kesimlerinin siyasal temsiline olanak sağlayan şekilde değişmesi olabilir. Önseçim bir takım dezavantajlarına rağmen Türkiye’deki siyasi partilerin, kendilerini destekleyen seçmenlerin seslerinin duyulabilmesi, adaletsizliğin ve eksik temsilin ortadan kalkması yani demokratikleşmesi yönünde ilk adım olacak. Daha katılımcı ve demokratik yönde bir değişim, kuşkusuz ki başörtülü kadınların da aslında bütün kadınlar ve parti seçmenleri ile birlikte, demokratik süreçten dışlanmasını sona erdirecektir. Böylece bazı adayları, seçilmelerini önleyecek şekilde liste sonlarına ekleyen aday gösterme pratiği de adil hale getirilmiş olur. Öte yandan başka bir seçenek ‘Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok!’ hareketinin yaptığı gibi, başörtülü milletvekili adayı göstermemiş partilere oy vermemek olabilir. Bu, “Başörtülü Milletvekili İstiyoruz” inisiyatifine etki alanının genişlemesi adına destek vermek demek olur ki siyaset de esasen böyle bir şeydir. Böylece İnisiyatif, seçilme şansı olan bağımsız başörtülü adayları destekleyemeye odaklanabilir. Öte yandan başörtülü kadınların nüfuslarına karşılık gelen bir meclis temsiline ulaşabilmeleri ve uzun vadede etkili bir değişim için majör partilere ihtiyaçları var.

Son olarak, sahici bir demokratikleşme süreci için yüzde 10 seçim barajı kesinlikle kalkmalı. Sebebi basit: Bu sistemle oyların çoğunluğunu alamayan bir parti mecliste çoğunluğu elde edebiliyor. Evet, mevcut sistem istikrar getiriyor ama bedeli ağır. Bugün AK Parti başörtülü kadınları yok sayarak çıkabilecek muhtemel siyasi problemlerden kendini uzak tutabilir. Fakat Türkiye, nüfusun büyük çoğunluğunun temsil hakkı engellenirken, asla gerçek bir demokrasi olamaz

No comments:

Post a Comment